24 Ocak 2017 Salı

Kırıkkale Müftülüğü 20.01.2017 Vaaz

20.01.2017 Vaaz: Yaratılışın Ana Gayesi: Ahirete Hazırlık

YARATILIŞIN ANA GAYESİ, AHİRETE HAZIRLIK

Muhterem Kardeşlerim!

İnsanoğlu kendini tanımaya başladığından beri “Ben neyim?, Nereden geldim?, Niçin varım?, Nereye gideceğim? sorularına cevap bulmaya çalışmıştır. Beşer aklı, bu çetin ve devasa sorular karşısında hep bocalayıp durmuş, varlığını sorgulamış ve fıtratı gereği hep yüce ve aşkın bir varlığın korumasına ihtiyaç duymuştur.

Evet, insanın mutlaka bir yaratılış gayesi, bir varlık sebebi ol­malıdır. Bunun içindir ki insan, ta ilk günden beri “Niçin yaratıldım?” diyerek, yaratılışının ana gayesini sorgulamıştır.

Acaba insan boş yere mi yaratılmıştır? Akl-ı selim sahiplerinin ittifak edebileceği tek cevap herhalde şu olacaktır: “Kesinlikle hayır!”

Şu uçsuz, bucaksız kâinattaki her şey, bir gaye için var edilmiştir. Canlı, cansız bütün varlıkların belli işlevleri ve görevleri vardır. Bu gerçeği ifade eden âyetlerden biri şöyledir:

وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِبِينَ  مَا خَلَقْنَاهُمَا إِلاَّ بِالْحَقِّ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

“Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun olsun diye yaratmadık. Onları sadece gerçek bir sebeple yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyor.”(Duhan 38,39)

Allah’ın yarattığı varlıkların en şereflisi ve kıymetlisi ise insandır. Yüce Allah, biz. insanları en güzel şekilde yaratmış ve binlerce mahlûkatı istifademize sunmuştur. Emrimize amade kıldığı sayısız nimet vardır. Bu husus, Kur’an-ı Kerîm”de şöyle açıklanır:

هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا

“Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan O’dur.”(Bakara 29)

Kendisine bunca nimet verilen insan, elbette ki boşuna yaratılmamıştır. Onun da yaratılış gayesi vardır. Mü’minûn süresinde Yüce Rabbimiz bu duruma şu âyet-i kerîme ile işaret buyurmuştur:

أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثًا وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لاتُرْجَعُونَ

“Sizi boş yere yarattığımızı ve bize geri döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?”( Müminûn, 115 )

İnsan, madem ki boş yere yaratılmadı. Acaba yaratılışındaki hikmet ne idi, niçin yaratılmıştı? Bu sonumuzun cevabını almak için diğer âyetlere kulak verelim:

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنْسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56)

الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا

“Hanginizin daha güzel amel sahibi olduğunu denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur.”“(Mülk, 2)

O halde, dünyadaki hiçbir şey, boşuna değildir. Cinler ve insanların da Allah’a (c.c.) kulluk yapmak, O’nu yegâne yaratıcı bilip sadece O’na ibadet etmek gibi önemli bir görevi vardır.  İbadetin önemi, Kur’an ayetlerinde türevleriyle beraber sadece    ” ع – ب – د ” maddesinden 340 defa zikrolunmasıyla da anlaşılır. Namaz, oruç, hac, cihad vs. gibi müfredatı bu sayının dışındadır.  İnsan ibadet için yaratıldığına göre, bu ibadet kelimesinin anlamı nedir?

İbadet Kelimesinin Sözlük Anlamları şunlardır:

1-      Kul ve köle olmak.

2-      Boyun eğmek,itaat etmek,

3-      O’nu ilah tanımak,

4-      O’na yapışmak ve ayrılmamak,

5-      Kendini ibatede vermek.

Terim olarak ise, ibadetin biri genel, diğeri özel olmak üze­re iki anlamı vardır.

            Genel anlamda iba­det; mükellefin Allah’a karşı duyduğu say­gı ve sevginin sonucu olarak O’nun rıza­sına uygun davranma çabasını ve bu şe­kilde yapılan iradî davranışları ifade eder. Böylece tamamen dinî olan görevlerden başka, fertlerin Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yaptığı her fiil ibadet olarak nitelendirilir. Bu amaçla fert ve toplum yararına gerçekleştirilen her olumlu davranış dini ve manevi bir anlam taşır.

            Özel anlamda ibadet ise; mükellefin yaratanına karşı  saygı, boyun eğme ve kulluk bilincini gösteren,  Allah ve Rasûl’ü tarafından yapılması  istenen belirli davranışlara denir.

İbadet kavramında, niyet şart koşulduğunda fıkıh taki namaz, oruç gibi hususi fiillere, niyetsiz olursa Allah için yapılan her doğru eyleme taat ve kurbet anlamında ibadet denilir.

Bütün bu sözlük ve terim anlamlara bakıldığında az önce sözü edilen ayetin ne demek istediği daha iyi anla­şılır. Yani cinler ve insanlar sadece ibadet için yaratılmışlarsa, halbuki, yeme, içme, yatma, cinsel ilişki… gibi tabii ihtiyaçlanrını gidermek zorunda da iseler, öyleyse bu eylemlerinin de ibadetleştirilmesi gerekir. Her eylem; Allah’ın çizdiği öl­çülere göre ve O’nun rızası istikametinde olması şartıyla, ibadete dönüşür ve insan da yaratılış gayesini gerçekleştirmiş olur.

Muhterem Kardeşlerim!

Kullar olarak, hayatımız boyunca bir imtihan sürecinden geçmekteyiz. Ömür ne kadar uzun olursa olsun, insan hangi imkânlarla ve ne kadar çok yaşarsa yaşasın, vazife, yetki ve sorumluluğu ne ölçüde büyük olursa olsun; bir gün konuşan dillerin susacağına, gören gözlerin görmez hale geleceğine, her türlü nimetten uzaklaşılacağına, Cenab-ı Hakk’ın şu buyruğu dikkat çekmektedir:

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ

“Her canlı ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyiliklerle deneyeceğiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya 35)

Bu âyet, bize problemsiz yaşamanın mümkün olmayacağını, hayatın iyi ve kötü bir çok imtihanlarla dolu olduğunu anlatıyor. Allah’ın (c.c.) bizlere yaptığı çağrılara vereceğimiz yegane karşılık da, şu âyette ifadesini bulmakladır:

إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ

“Ancak Sana ibadet eder ve ancak Sen’den yardım dileriz.” (Fatiha, 5)

Değerli Müslümanlar!

Allah’ın (c.c.) bahşettiği bu ömür sermayesi içerisinde şu veya bu şekilde yaşamaktayız. Bu sermaye, sınırlıdır. Bir gün bitecek ve yeniden verilmeyecektir. Onun için, uyanık olmak ve bu sermayeyi akıllıca kullanmak gerekir. Bunun içindir ki Rabbimizin şu buyruğunu kulağımıza küpe yapmak gerektir.

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ

“Sana yakin (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et.”  ( Hıcr, 99 )

AHİRET’E HAZIRLIK

Dünya canlılar aleminin yaşama alanıdır. Ahiret ise dünya hayatının sona ermesi ile başlayacak olan ceza ve mükafatların görüleceği yerdir.  İnsan inanıp çalıştığı, dünya ve ahiretini kazandığı zaman yükselmeye, bu dengeyi kaybedince de çökmeye ve alçalmaya mahkumdur. Gerçekten insan Allah’ı tanıyan ona ibadet eden, ziraat ve ticaret, sanayi ve teknoloji ile, ilim ile uğraşan, gökleri yerleri ve denizleri, keşfe çalışan bir varlıktır. Dünyadaki her şeyin bir varoluş gayesi vardır. İnsanın da yaratılmasının elbette bir gayesi vardır. O da insanoğlunun hem dünya hem de ahiret için çalışması, ikisini yan yana yürütmesidir.  Cenab-ı  Allah Kuran-ı Kerimde :

وَابْتَغِ فيمَا اتيكَ اللّهُ الدَّارَ الْاخِرَةَ وَلَا تَنْسَ نَصيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا

“Allah’ın sana verdiği (maldan harcayıp) ahiret yurdunu ara. Dünyadan nasibini de unutma.”(Kasas, 77), buyurmaktadır.

Bu ayeti kerimede hem dünya hem de ahiret için çalışmaya dikkat çekilmektedir. İnsanın ibadet etmesi dünya için çalışmasına engel değildir. Her ikisini de beraber yürütmesi mümkündür. Mesela; tarlasında, bahçesinde, dükkanında çalışan bir insanın işinin başında beş vakit namazını kılması mümkündür. Eli ile çalışırken dili ile Allah’ı zikretmesine mani bir şey yoktur. İslamda mabede girmeden de ibadet etme imkanı vardır. Ancak mabette yapılan ibadet 27 derece daha sevaptır. İslamın üstünlüğü buradadır. İnsanın üstünlüğü de hem dünyaya hem ahirete çalışmasındandır. Allah melekleri ahiret yurdu için, hayvanları da dünya hayatı için yaratmıştır. Fakat insanı hem dünya hem ahiret için yaratmıştır. İnsanın değeri buradadır.



هُوَ الَّذى جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ ذَلُولًا فَامْشُوا فى مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِنْ رِزْقِه وَاِلَيْهِ النُّشُورُ

“O size yeryüzünü musahhar kıldı. Haydi onun omuzlarında yürüyün ve Allah’ın rızkından yiyin. Dönüş O’nadır.” (Mülk, 67/15)

İslam dini hem dünya hem de ahirete yönelik olan bir dindir. İnsanın sahip olduğu aklı, sağlık ve servet gibi nimetlerle ahireti kazanma yollarını aramalı dünyadan da gerekli olan şeyleri almalı ve faydalanmalıdır.

Çalışmanın, gayretin neticesi hem dünyada hem de ahirette kendini gösterecektir. Dünya çalışma, yorulma, mesafe kat etme yeridir. Yerine göre gayret, yerine göre sabır ve sebat, yerine göre de neticenin güzelliğinin görme yeri iken, ahiret hayatı sadece neticenin elde edildiği cefanın değil sefanın sürüldüğü yerdir.

Dünya-ahiret dengesi kefeli teraziye benzer. Bir tarafa yüklenmek dengenin bozulmasını ahengin yokluğunu gösterir. En mükemmeli teraziyi eşit noktada tutmaktır. Bu olguya işareten Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuşlardır:

“Sizin en hayırlınız dünyası için ahiretini terk eden değildir. En hayırlınız ikisinden de nasibini alan kişidir.” (Keşfü’l-Hafa, II, 293).

Sadece bu dünyada yaşayacağımızı düşünerek yaşarsak ölü gibi yaşarız. Ama öleceğimizi düşünerek yaşarsak her daim dinç ve diri oluruz. Çevremizdeki insanlar hep dirilişin etkisiyle, âhiret şuuruyla yaşasalar!.. Seyredin o zaman hayatın güzelliğini. İkinci asr-ı saadet olur çağımız. İnanın, iman ettiğimiz cenneti daha burada iken yaşamaya başlarız. Fakat biz, tüm yatırımlarımızı bu dünyaya yönlendirerek yaşadığımız hayatı ve yeri sahte cennet haline getirmeye koyulunca cenneti de unuttuk. Özlemez olduk. Nasıl özleyebiliriz ki; lüks, israf demeden yaşadığımız hayatı, materyalistlerin uydurma cenneti gibi yapmak için bir ömür boyu gece gündüz koşturunca…

İmam Gazali diyor ki: “Mezardakilerin pişman oldukları şeyler yüzünden dünyadakiler birbirlerini kırıp geçiriyor.” Ölüm öncesindeki kavgaların ölümden sonra pişmanlık getireceğini hissederek yaşayan insan, hiç pişman olacağı şeyin kavgasını verir mi? Hırsla hayatın ve eşyaların, burada kalacak şeylerin ardına bir ömür boyu düşer mi?



Rabbimiz (c.c) şu ayeti kerimede dünya hayatının mahiyetine binaen şöyle buyurmuştur.;

اِعْلَمُوا اَنَّمَا الْحَيوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِى الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِ كَمَثَلِ غَيْثٍ اَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهيجُ فَتَريهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًا وَفِى الْاخِرَةِ عَذَابٌ شَديدٌ وَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّهِ وَرِضْوَانٌ وَمَاالْحَيوةُ الدُّنْيَا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ

“Bilin ki, dünya hayatı bir oyun, eğlence, süs, kendi aranızda (birbirinize karşı) övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışıdır. (Bu) tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekicilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahirette ise çetin bir azap; Allah’tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı ise, sadece aldatıcı bir geçinmedir”(Hadîd, 57/20)

Yine başka bir ayetinde de;

بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيوةَ الدُّنْيَا  وَالْاخِرَةُ خَيْرٌ وَاَبْقى

“Ama siz, dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa âhiret daha hayırlı ve daha kalıcıdır.” (87/A’lâ, 16-17)

Bu ayet-i kerimenin tefsiri sadedinde Peygamber (sav) şöyle buyurmuşlardır.

عَن جابر بن عبد الله قال: قال رسول الله (صل الله عليه وسلم)” أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا اللهَ وَأَجْمِلوُا فِي الطَّلَبِ.فَإِنَّ نَفْسًا لَنْ تَمُوتَ حَتَّى تَسْتَوْفِيَ رِزْقَهَا، وَإِنْ أَبْطَأَ عَنْهَا. فَاتَّقُوا الله وَأَجْمِلُوا فِى الطَّلَبِ. خُذُوا مَا حَلَّ وَدَعُوا مَا حَرُمَ

Cabir b. Abdullah’ın naklettiğine göre, Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Allah karşısında takva sahibi olun ve dünyevi isteklerinizde mutedil davranın. Çünkü hiç kimse kendisi için takdir edilen rızkını yemeden ölmeyecektir, rızkı gecikse bile! Öyleyse Allah karşısında takva sahibi olun ve dünyevi isteklerinizde mutedil davranın. Helal olanı alın, haram olanı terk edin.” (İbn mace, Ticaret,2)

Aziz Mü’minler!

Geçici zevklere sabretmeyip dalarsak, âhiretteki ebedî ve hakiki zevklerden mahrum kalırız. Şu hayatın geçici elemlerine sabretmezsek, bu defa hem ebedî, hem de daha ağır âhiret azabına mâruz kalırız. İnsanlardan kimi dünyaya düşkündür. Allah’tan sadece dünyalık ister. Kur’an dünyayı ahirete tercih edenlerin düşüncesine asla onay vermez. Böyle davrananları kınar,

رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلاَقٍ

            ‘Ey Rabbimiz bize sadece dünyada iyilik ver.’ diyenlerin ahirette hiç nasipleri yoktur.”(Bakara 2/200) .

Dünyada güzel işlerin âhiretteki karşılığı daha güzel, dünyada şer olanın da âhiretteki karşılığı cezadır.“Güzel iş yapanlara daha güzel mükâfat (cennet), bir de fazlası vardır… Kötü amel işleyenlere gelince, kötülüğün cezası kötülükleri kadardır. Onları bir de zillet kaplayacaktır…” (Yûnus10/ 26-27) “Kim zerre kadar hayır/iyilik yapmışsa onu görür; kim de zerre kadar şer/kötülük işlemişse onu görür.” (Zilzâl,99/ 7-8)

Dünya ve içindekilerin gelip geçici olduğunu, bir sınama ve imtihan aracı olduğunu bilen ve böyle inanan İslâm insanı, bu bilgisini ve bu imanını, kuru ve şematik, içi boş ve vicdanî inanç kofluğundan çıkartıp, olması gereken yere, âlemlerin rabbi olanın, dünya ve âhiretin sahibi olanın istediği yere, hayatın tam ortasına oturtmak zorundadır.

Bir mü’min kendisini ahirete hazırlamak için Hz. Peygamber’in sünnetini hayatına düstûr edinmeli ve sünneti en güzel şekilde yaşayan sahabeyi örnek almalıdır. Çünkü Onlar’da dünya ve âhiret birliği öyle bir noktaya gelmişti ki, gerçekten dünya hayatında yaşarlarken düşünce ve fikirleri âhirete bağlıydı, âhireti görür, önlerinde duruyormuş gibi yaşarlardı; “âhirete yakînen iman”, bu demekti. Kur’an’ın ba’s, hesap ve ceza üzerindeki yoğun tekrarı ve vurgusu, kıyamet sahnelerini canlı ve çekici bir üslûpla sunuşu, müslümanlara his ve hayalleri ile, önlerinde o an görüyor ve olaylarını yaşıyormuşçasına âhireti canlı yaşatıyordu.  İşte bu inanç ve şuur, Onlar’da daimi bir ibadet alışkanlığı,  boş işlerden uzak durma,  her daim Allah’ı hatırlama ve hatalarından hemen tövbe etme gibi olgun hasletlerin oluşmasını sağlamıştır. Bu hususu Yüce Rabbimiz şöyle ifade buyurmuşlardır:

وَالَّذينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُوا اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّهُ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ  اُولئِكَ جَزَاؤُهُمْ مَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدينَ فيهَا وَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِلينَ

“Onlar bir kötülük yaptıkları, ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları da Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki? Ve onlar, bile bile yaptıklarında ısrar etmezler. İşte onların mükâfatı Rableri tarafından bağışlanma ve altından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlerdir. Çalışanların ecri ne güzeldir.” (Âl-i İmrân/3 135-136)

Cenab-ı Mevlâ bizleri de dünyadayken ibadetlerini hakkıyla ifâ eden, hatalarından nasuh tövbesiyle tövbe edip, en güzel şekilde ahirete hazırlık yaparak rahmet-i Rahman ile cennetine girenlerden eylesin.  Amin!





Hazırlayan:

Tahsin TOSUN

Delice İlçe Vaizi

�nceki

Benzer Haberler


�fade�fade